Son Dakika
28 Mart 2024 Perşembe
26 Ağustos 2016 Cuma, 01:10
Mesut Acet
Mesut Acet mesutacet@gmail.com Tüm Yazılar

Bir Nefes Kadar Kısadır Hayat

“Her nefeste dünya yenilenir fakat biz, dünyayı öylece durur gördüğümüzden bu yenilenmeden haberdar değiliz.” Mevlâna (Mesnevi, Cilt-I, 1144)

HAYY’DAN GELİP HU’YA GİTMEK

Hayat için çok uzun bir yol denir, bir nefes kadar kısadır aslında.

Rahatsızlık dönemimde, yoğun bakımda yatarken işte o son nefes anındaydım birçok kereler. Damardan ilaçlı film çekeceğiz deyip, tabutu çağrıştıran tek kişilik tünele girdiğinizde teknisyenin sesi kulağımı çınlatıyordu. ‘Şimdi derin nefes alın. Aldınız mı? Alın, alın. Tamam, şimdi vermeye başlayın. Verin. Verin. Tutun!’

Nefes almak ve vermek… Doğduğumuz andan, öleceğimiz ana kadar, farkında olmadan yaptığımız bir eylem nihayetinde. Bilinçli olarak nefes alıp vermek ne kadar basit desek de teknisyenin robotik sesi ile ‘Al, ver, tut’ komutları ve neticede Tamam şimdi rahat nefes alabilirsiniz.” dese de, nefes almak da vermek de belli bir yerde tutmak da ve bütün bunların sonunda rahat nefes almak da o kadar zor ki, anlatamam. Ancak yaşayan bilir.

Damarlarınız iğnelerden morarmış bir vaziyette iken aldığınız nefesi tam olarak veremeden taze nefes alınamayacağını görüyor olmak bana iki nefes arasındaki ömrün nefes alırken de verirken de şükretmeyi gerektirdiğini öğretti.

İki nefes arasında, anın sırrı saklıydı sanki.  Hayy sesiyle aldığımız nefesi, Hu sesiyle verirken Hayy’dan gelip Hu’ya giderken.

‘Hayy’ ve ‘Hu’ Cenabı-ı Allah’ın güzel isimlerinden ikisidir. Hayy; “Diri olan, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen”,  Hu ise; “‘O’ anlamının yanında hakkıyla bilinmesi mümkün olmayan, gaip” manasına da gelmektedir tasavvufta.

Dolayısıyla ‘Hayy’dan geldim Hu’ya giderim’ derken, ‘Allah’tan geldim yine Allah’a giderim’ dercesine Hayy diye alınan Hu diye verilen nefes.

Anladım ki; Hayy ile yeniden dirilmek, için önce aldığımız o emanet nefesi sonuna kadar vermek, son nefesi verir gibi “ölmeden önce ölmek” gerekiyordu.

O halde Hu’yu bizde kalmayacak şekilde kaynağına teslim etmeden ‘yok’luğunla yücelmeden Hayy ile dirilmek, şuurlu bir yaşamak değildi.

Yani Allah’tan gelen yine Allah’a dönecektir. Zaten tasavvuf inancına göre insanlar Allah’ın birer tecellisidir. Hepimiz birden, yani tek olan, mutlak varlık olan Allah’tan kopmuş birer varlıklarız. Ve öldüğümüz zaman yine tekliğe ulaşacağız. Yine Allah’a kavuşacağız.

Ömür, nefes şuuruyla devam etmezse amel olmuyordu. Ne alırken fark ettiğimiz ama alamamanın verdiği sıkıntıyı, kâbuslarımız da fark ettiğimiz nefes…

Verirken dahi fark etmek yerine anlamsızlaştırdığımız o anın sıkışıklığını ifade ederken yaptığımız bir eylem…

Sıkıntıda, vazgeçişlerde yaptığımız anda rahatladığımız nefesi, verirken bile derde derman olması için yutkunduğumuz nefes…

Bir alıp, bir verirken fark etmeden yaptığımız soluk alışımız…

İnsan hayatında ki iki eylem arasında geçen ömür dediğimiz şey; nefes, bir alıp bir verirken yaptığımız iki şükür.

İnsanların her nefeste iki kere şükretmesi lazım…

Biri nefes aldığı diğeri verdiği için…

İnsan hayatı dediğimiz şey, iki şükür arasında fark etmeden geçen bir ömürdür.

‘Nimetleriniz çoğalıp durmakta, fakat şükür nerede?

Şükrü merkebi yatıp uyusa bile siz onu uyandırın, kaldırın!

Nimet verene şükretmek aklen de lâzım.

Şükretmeyen, kendisine ebedî hışım kapısını açar.

Kendinize gelin de şu kereme bakın!

Bir şükre bedel bu kadar nimeti kim verir?’ (Mesnevi, III-Cilt, 2670) demiyor mu Mevlâna ve ilave ediyor:

‘Nimete şükretmek, nimetten daha hoştur.

Şükreden kişi, hiç şükretmeyi bırakır da nimet sevdasına düşer mi?

Şükür, nimetin canıdır, nimetse deriye benzer.

Çünkü seni sevgiliye kadar ulaştıran şükürdür.

Nimet, insana gaflet verir, şükürse uyandırır.

Padişahın şükür tuzağıyla nimet avlamaya gör!

Şükür nimeti, gözünü doyurur, seni bey yapar.

Bu suretle de yoksullara yüzlerce nimet bağışlarsın.

Tanrı yemeğinden ye, doy da senden oburluk,

Tamah ve şuna buna ihtiyacını arz etme illeti geçsin.’  (Mesnevi, III-Cilt, 2895)

Vehbi Taşer’in çevirisiyle Mevlâna şiirlerinden ‘Yalnız O Nefes’ şiirine kulak verelim şimdi de;

YALNIZ O NEFES

‘Ey müminler, size ne diyebilirim ki ben?

Bilmiyorum bundan böyle kimim ben!

Ne Hıristiyan’ım ne Yahudi’yim ne de Müslüman.

Hindu değilim, Budist değilim, ne Sofiyim ne de Zen.

Ne Doğudan geldim ne Batıdan,

Ne Okyanustan çıktım ne de yerden.

Ne doğanın parçasıyım, ne göklerin.

Ne de bir araya konuldum elementlerden.

Varlığın bir parçası değilim ben.

Ne Çin’den geldim ne Hindistan’dan

Ne Volga’nın üstündeki Bulgar kentinden

Ne de çok eski Arab Sariksin’inden iki ırmağın

Arasındaki Irak’tan ya da İran’ın batısından.

Ne bu dünyanın bir varlığıyım ne de ötekisinin.

Âdem ve Havva’dan gelmedim.

Ne de başka bir başlangıç hikâyesinden.

Yersizdir yerim bir izdir izim

İzsizlikten ne bedenden ne de ruhtan.

Sevgiliye aidim ben iki dünyayı bir gördüm

Ve o tek çağırışı gördüm ve bilirim

Başlangıçtan sondan dışarıdan ve içerden

Yalnız o nefes nefes alan insan.’ (Vehbi Taşar’ın çevirisiyle Mevlâna şiirleri)

Ömer Hayyam da Mevlâna’dan bir asır önce aşağıdaki dizelerde; insanın tabiat karşısındaki çaresizliğini, bir türlü çözemediği hayat muammasını ve ölüm karşısındaki durumunu, kötümser, muzdarip ve alaycı tavırlarla o kadar güzel tasvir ediyor ki:

‘Gençlik bir kitaptı okuduk bitti.

Canım bahar geçti çoktan kış şimdi.

Hani sevincin o cıvıl cıvıl kuş.

Nasıl ne zaman geldi nasıl gitti’

‘Niyet hayır, akıbet hayır’ ve ‘Ne kimse senden incinsin / Ne sen kimseden incin’ gibi önemli görüşlerin sahibi olan, Mevlâna’dan bir asır sonra da Ankara’nın Çamlıdere beldesinde yaşayan Şeyh Ali Semerkandi’nin (Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde, Ankara’nın Çamlıdere beldesinde yaşayan büyük velilerden. 1320 senesinde İsfahan’da doğdu, Çamlıdere’de vefat etti) ‘Hayat bir nefestir giderse gelmez,/Balık deryadadır su nedir bilmez.’ diye başlayan ve  ‘Mağfiret bir güldür açılır solmaz / Onunla bilinir hayvanla insan!’ diye devam eden bu güzel sözlerinden sonra yine Mevlâna’ya ait sözlerle devam edelim:

‘Körlük gözde kalsın sağırlık kulakta

Dermansızlık dizde kalsın sükûnet dudakta

Lakin yürek sağırlaşmasın

Körleşmesin dermansız kalmasın ki

Seni görsün seni duysun sana koşsun çatlarcasına.

Yürekte yaşanmazsa göz görüneni neylesin?

Gönül hissetmezse kulak duymuş neylesin?

Kalp sevmedikçe el dokunmuş neylesin?’

‘Üzülme! 

Dert etme can! 

Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan,

Nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan, ne mutlu sana!

Sayı ile verilen nefesi boş sözlerle tüketme!’ (Divan-ı Kebir, Cilt-V, 2303)

‘Verilen sayılı nefes bitmek üzere, ömür kadehim de ağzına kadar dolmuş deme!

Aşkın yardımı ile ihtiyarlıkta yeni bir ömür elde et de nasıl gençleştiğini seyret.

İhtiyarlıktan kurtulduğun gibi kendinden de kurtul.

Kendinden geçiş, kendinden kurtuluş ne hoştur.’ (Divan-ı Kebir, Cilt-VI, 2504)

Bu konuda bir alıntı da şöyle diyor;

Bizler nefes alıp veren varlıklarız. Doğumdan ölüme yaşamımızın her anı nefes alıp verme ile tanımlanıyor. Ancak nefesimiz, sadece fizyolojik bir işlev olmaktan çok daha fazla.

Nasıl nefes alıp verdiğimiz, fiziksel sağlığımızı, zihinsel sağlığımızı, duygusal durumlarımızı, ruhsal büyümemizi ve bilinç düzeyimizi etkiliyor.

Öfke, ağlama, haz, korku ve üzüntü gibi güçlü duygular esnasında nefes alıp verme ritmi artar. Öte yandan, bastırılmış duygular, nefes alıp vermeyi azaltırlar.

Kendimizi rahat hissettiğimizde veya kendimizi ifade etme özgürlüğüne sahip olduğumuz ortamlarda, nefes alıp verişimiz rahatlar.

Nefes alıp verme kalıplarımız, parmak izleri gibidir. Her birimize ve her bir ana özgüdürler. Bu kalıplar, enerji alanımızda izler bırakır.

Yaşadığınız her travma, bu enerji üzerinde bir iz bırakmıştır.

Nefesi tuttuğumuz anlarda, onun sağlıklı akışına ve doğal ritmine bir müdahalede bulunmuş oluyoruz.

Çeşitli sorunlarla veya zorluklarla karşılaştığınızda, belirtileri tetikleyecek veya onları daha kötü hale getirebilecek nefes alıp verme biçimleri olduğu gibi, onları azaltacak veya ortadan kaldırabilecek nefes alıp verme biçimleri de vardır.

Nefes alıp verirken içinizde olup bitenlerin farkında olma, şifa ve dönüşüm için büyük bir potansiyel taşır. Bedenimiz, zihnimiz, duygularımız ve ruhumuz hepsi birbirine bağlıdır ve aralarındaki bağlayıcı unsur, nefestir.

Nefesimizle çalıştığımızda bu düzeylerin hepsi üzerinde çalışıyoruz.

‘Temizlenmiş ve arınmış olan nefeslerimiz, hoş sözlerimiz yücelir yücelir, bizden armağan olarak ölümsüzlük, sonsuzluk âlemine varır.’ (Mesnevî, Cilt-I, 882)

You must be logged in to post a comment Login

Yorum yazın...