
KÂMİL İNSAN
O kadar hızlı ki hayat, yaşamaya vakit bırakmıyor. Uzun süren rahatsızlığım, gündelik hastalık ve tedavi sürecim derken şehrin bize salgın hastalık gibi yaydığı vakitsizlik yüzünden sağlığımızı yitirdiğimizde kavuşabiliyoruz bazen ne yazık ki o saklı bahçeye.
‘Ya Rabbi! Bana ne senin zikrini unutturacak, sana şevkimi söndürecek, seni tespih ederken duyduğum lezzeti kesecek bir hastalık; ne de beni azdıracak, şer ve kötülüğümü artıracak bir sıhhat ver. Ey Merhamet edenlerin merhametlisi! Merhametinle bu duamı kabul et.’ dediği gibi Mevlâna’nın (Mevlâna son demlerinde iken, dostu Siraceddin Tatari’yi yanına çağırarak, kendisine bu duayı öğretmiş ve sıkıntılı zamanlarında okumasını tavsiye etmiştir) ben de Yüce Yaradan’a, ne O’nu anmayı engelleyecek kadar hastalık, ne de O’ndan uzaklaştırıp beni azdıracak kadar sıhhat versin diyor ve aynı duayı ediyorum.
Mevlâna’ya atfedilen ama aslında Hadimî’ye ait olan (Konyalı Büyük veli, fıkıh ve tasavvuf âlimi Muhammed Mevlâna Ebu Sait’ Hadimî, 1701–1762 yılları arasında yaşamıştır) ‘Kâmil odur ki her yere koya bir eser / Eseri olmayanın yerinde yeller eser.’ sözünü rehber edinerek, yazılarımda dilimin döndüğünce, bizi biz yapan değerleri anlatma gayreti içinde olacağım.
Son günlerde askeri öğrencilik yıllarımdan tanıdığım, bizlere o günlerden beri ağabeylik yapan, Nöro-psikiyatri Hastanesinin sahibi, Üsküdar Üniversitesi rektörü, Prof. Dr. Nevzat Tarhan‘ın Mesnevi Terapisi’ni okuduktan sonra kendimi tamamen Mevlâna ve eserlerine vermiştim.
‘Bilgi çağını bilgelik çağına dönüştürürken yol göstericimiz Mevlâna olacaktır. Çünkü o ruhsal yapımızdaki şifrelere dokunuyor, bizde var olan duyarlılığı harekete geçiriyor.’ diyor Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve ekliyor ‘İnsanlık Mevlâna’yı yeniden keşfediyor. Çünkü onun öğretisi; yaşadığı zamana hapsedilmeyecek kadar evrensel. Çünkü hepimizin ondan öğreneceği çok şey var.’
Buradan bakarak Mesnevi’nin çağları aşan bilgeliğinin ruha nasıl şifa olabileceğini anlatıyor Sayın Tarhan. İçimizdeki hakikati görmemizi, farkındalığımızı artırmamızı sağlayacak önerilerle, Mesnevi’yi modern psikoloji tarafından da kabul gören bir anlayışla kalbe ve ruha şifa veren bir eser olarak okutuyor. Ve Mevlâna’dan ilhamla da şöyle diyor:
İnsanın gözü kördür ışık olmadıkça
Aşkın gözü kördür gerçekler olmadıkça
Aklın gözü kördür ahlak olmadıkça
Hırsın gözü kördür terazi olmadıkça
Şöhretin gözü kördür tevazu olmadıkça
Gücün gözü kördür erdem olmadıkça
Paranın gözü kördür insaf olmadıkça
Menfaatin gözü kördür empati olmadıkça
Adaletin gözü kördür hakkaniyet olmadıkça
Tabibin gözü kördür tıp etiği olmadıkça
Medeniyetin gözü kördür bilgelik olmadıkça
Kâmil insan demişken bu konuya devam edelim…
Mevlâna’ya göre eğer bir insan hayatı boyunca dağıtma, paylaşma zevkine varırsa yemeden önce yedirmenin tadına varırsa, almadan önce vermek gereğine inanırsa, kendinden önce mutlaka başkalarını düşünmesi gerektiğini bilirse, işte o insan yüce, mutlu ve gerçek manası ile kâmil insandır. Çıkaracağımız en büyük hayat dersi, Kâmil insan olmanın erdemine varmalıyız.
Unutmamak gerekir ki “Vermesini bilen insanın yüzünde her zaman bir ‘Yaradan’ gülümseyişi vardır. Paylaşma, yediğimiz her lokmada, cebimizdeki her kuruşta, giydiğimiz her giyside bir başkasının da payı olabileceğinin bilincinde olmaktır.”
İnsanın şükretmesini bilmesi kadar güzel bir şey yoktur. Şükür, nimet çeşmesinden içmektir. Çeşme her ne kadar bol ve bereketli bir suya sahip olsa da, kapalıyken su kendiliğinden akmaz. Yani içmek için onu açmak gerekir.
Doğaldır ki şükretmenin birçok değişik şekilleri vardır. Kimi zaman sözle, kimi zaman işaretle, kimi zaman takınılan tavırla, kimi zaman düşünce yoluyla, kimi zaman da bir içe yönelişle yapılabilir.
‘Kâmil insan toprak tutsa altın olur, eksik insan altın tutsa toprak olur.’ Mevlâna (Mesnevi, Cilt-I, 1609)
‘Şükrü ve sabrı öğreniyorsun, korkma rıza makamı yakın sana.’ Mevlâna (Mesnevi, V.Ciltten notlar, üret.net)
Mevlâna’ya göre şükretmeyen insan memnuniyetsiz, itirazcı, mahrum ve üzüntülü olur. Oysa şükür nimetleri artırdığı gibi insanı Rabbine ulaştırır. Rabbine ulaşan insanın gönlü zengin olur ve bu yüzden cömert olup fakirlere yardım eder.
‘Uzağa bakış kör eder. Adam sarayda uyur, sarayı görmez.
Yakına bak da gör kendindekini.
Gök gürlemesi, susuzun başını ağrıtır.
Bilmez ki rahmet gelecek.’ Mevlâna (Mesnevi, Cilt-II, 3732)
İbrahim Hakkı Hazretleri’de, Marifetnâme’sinde kâmil insanı “âlemin özü, Allah’ın lâtîf sırlarının bir mecmuası ve sonsuz hikmetlerinin fihristi” diye tarif eder. İşte bu sebepledir ki, ‘emanet’ kâmil insana tevdî edilmiş, ‘hilafet’ vazifesi de yine onun omuzlarına bırakılmıştır.
Kâmil insan, diğer bir ifadeyle ‘yetkin insan’ olma/olabilme herkes için açık bir yoldur. Aslında konunun bize bakan en önemli yönü de işte bu noktadır. Evet, her mü’min kul için, Allah’ın izni ve inayetiyle, Rab’le münasebetlerdeki ciddiyet ve devamlılık, dünyevî-uhrevî konulardaki denge, ilim ve hakikat aşkı, güzel ahlâk ve istikamet gibi yüce hasletlerle kâmil insan olabilme kapısı her zaman açık bulunmaktadır.
Kaynağı belli olmayan sosyal medya alıntısına göre; Kâmil insanın özelliklerini kısaca sayacak olursak;
“Kâmil insan her yönüyle ideal ve örnek insandır.
Bilgisi, idraki ve aklı son derece gelişmiştir.
Tüm zincirlerinden kurtulmuş, tabularını yıkmıştır.
Hiç kimseyi aşağılamaz, insanlar arasında ayrım yapmaz.
Almadan verir, sevilmeden sever.
Boş konuşmaz, sözü öz ve gerçektir.
Eline, beline ve diline hakimdir.
Sonsuz hoşgörü ve tevazu sahibidir.
İbadeti şekilde değil bilinçte ve yaşam tarzındadır.
Zenginlikten mağrur olmaz. Fakirlikten hicap duymaz.
Doğal sirküleyi hisseder, tabiatla bir ahenktir ve an’da yaşar.
Her nefes alışından mutluluk duyar.
Olmakta olan her şeyin bütünün yararına olduğunu bilir.
Kâinatın ahengini her yerde, her şeyde ve her an gören, hisseden, yaşayan kişidir.
Ben’den ve bencillikten uzaktır. O nefsine değil, nefsi ona tutsaktır.
Cimrilik, hırs, haset, alay, kibir, yalan, riya, şehvet, şöhret, gaflet, gazap gibi çirkin karakterlerden kendini arındırmıştır.
İnsanlar arasında saygıyı, dostluğu ve dayanışmayı sağlamaya çabalar.
Her türlü şiddete, zulme ve işkenceye karşıdır.
Kul hakkının yenmesine, hırsızlığa, sömürüye karşı durur.
Barışı, adaleti, sevgiyi, mutluluk ve huzuru inşa için çalışır.
Önemsediklerinin en başında yaşama hakkı gelir.
Yaşayan her varlığa sevgi duyar.
Ölüm korkusunu yenmiştir, ölüme yeni bir yaşama geçiş gözüyle bakar.”
İnsanın kâmil manada insan olabilmesi için, yaratıcının kendisini donattığı yeteneklerini geliştirmesi son derece önemlidir. Kâmil insan olabilmek için okumak gerekir, okuduğunu anlayan insan öğrenmiş olacaktır ve kişinin öğrendiklerini hayatında uygulaması gerektiği kanaatindeyim.
Kâmil insan anlamında ise Mevlâna, bize anlaşılır, fazla izaha gerek duyulmayan, ayet ve hadislerle süslü çok geniş bir malzeme bırakmıştır. Eserlerinde daha çok güzel ahlak ve aşk ağırlıklı bir insan anlayışı öne çıkmaktadır. Güzel ahlâk, mükemmel kulluk çizgisi ve aşka sahip olan kâmil insan daha kucaklayıcı olduğu gibi, hem ‘kim olursan ol yine gel…’ diyebilmekte, hem de ‘her yaratılanı Yaratandan ötürü sevebilmektedir.’
Mevlâna, en mükemmel varlık olarak yaratılan insana büyük değer vermiştir. Kendi özünün farkına varıp aslını idrak eden insan, yüce Allah’ın huzurunda saygıyla eğilir ve başkalarının eksiklerini görüp kusurlarıyla uğraşmaz. Mevlâna, bilgelik, sevgi ve hoşgörü gibi ahlâkî iyilikleri şahsında toplayan kâmil insanı ney ile sembolize eder. “Ney musiki enstrümanları içinde insan sesine en yakın olanıdır. O medeniyette kâmil insan denildiğinde Ney akla gelir. Ney’in kamışlıktan koparılıp gelmesi, bir müddet bekletilmesi, sararıp solması, içinin dağlanarak boşaltılması gibi hususiyetler tasavvufta insanın ruhlar aleminden dünyaya gönderilmesini ve nefsiyle mücadeleden sonra ruhunu özgür bırakmasına tekabül eder. Ney çilelerle olgun ve ehil olan insanın ağzına temas eder. Çıkan ses ne ney’in ne de neyzenin sesidir. Sadece “Hu” sesi çıkar. Bu da Allah’ın bütün isimlerini içine alır.” (Fatih Çıtak, “18 Beyit Dinle-Mesnevi’nin İlk 18 Beytinin Şerhiyle Sesleniş”)
Mevlâna’ya göre de insan, bedeniyle pek küçük ve değersizdir ama mana cihetiyle o âlemin en kıymetli unsurudur: ‘Sen görünüşte bu âlemde en küçük şeysin ama taşıdığın mana bakımından en büyük âlem sensin.’
Mevlânâ, eserlerinde insanın faziletlerinden bahseder. İnsan ancak kendisindeki bu cevheri keşfettiği zaman insan olma vasfını taşır:
“Canının içinde bir can var, o canı ara!
Dağının içinde bir hazine var, o hazineyi ara!
A yürüyüp giden sûfî, gücün yeterse ara;
Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara!”(Rubailer, I- 43)
Özetle; Kâmil insan, her zaman başkalarına yararlı olmak ve marifet ufkunu yükseltmek peşindedir. Güzel huylu, adaletli, kibirli olmayan, kendini beğenmeyen, kendini Kaf dağının ardında görmeyen, egosu tavan yapmayan, benlik duygusunun esiri olmayan, insanların ayıplarını örten, kardeşinin kusurunu görünce onu hep iyiye yoran, iyi düşünen, başkasından gelen sıkıntı ve eziyetlere katlanan, nefsine zulmetmeyen, hep güzellikler sergileyen, güzel gören, güzel düşünen, güzel ve faydalı sözler söyleyen, güzel işler yapan; her davranışını Yüce Yaradan’ın hoşnutluğuyla irtibatlandırarak hep O’nunla oturup-kalkan, O’nu düşünen, O’nu konuşan, her tavrı ve her beyanıyla O’nu hatırlatandır.
You must be logged in to post a comment Login