
Engin Denizlerin Derinliklerine Dalmak
Kalplerin Keşfi isimli kitabında İmam Gazali;
“Gençliğimden itibaren elli yaşımı aştığım bu ana gelinceye kadar bu engin denizlerin derinliklerine dalmaktan hiç geri durmadım. Coşkulu denizlere çekingen korkaklar gibi değil cesur kimselerin dalışı gibi daldım, gördüğüm her meselenin üzerine atladım.
Her zorluğun içine apansız girdim. Her fırkanın inanış ve fikirlerini inceliyor, her grubun tuttuğu yolun inceliklerini ortaya çıkarmaya çalışıyordum. Araştırdığım fırkaların hak veya batıl, sünnete uygun veya bidat sahibi olmaları konusunda ayrım yapmıyordum. Batınilik yolunu tutmuş her fırkanın bu düşünceyle ne hedeflediklerini öğrenmeye çalıştım. Zahirilik yolunu tutmuş olanların, bununla neler elde ettiklerini ortaya çıkarmaya gayret ettim.” diyor.
Engin denizlerin derinliklerine dalmak öyle her babayiğidin harcı değil. İmam Gazali gibi Mevlâna gibi her sözü mana yüklü olarak kalplere ve gönüllere ulaştıranların harcı.
Mevlâna şöyle diyor:
‘Aşk O”ndan gebedir, bu cihan ise aşkta gebe. Bu dünya şu dört unsurdan (Su, hava, toprak, ateş) doğdu, fakat dört unsur aşktan doğdu.’ (Divan-ı Kebir, Cilt-III, 426)
‘Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür. Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim; insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insanın malı olmayan ilim yükten ibarettir.’ (Mesnevi, Cilt-I, 3445)
‘Hakk’ın ebedi hayat denizine dalarak ebedi canı görünce, bu can sana kol ve kanat kesildi. Artık aşka sahip oldun. Sence şu mal mülk ne işe yarar? Bu âlemin devleti yüksek mevki senin ulaştığın mevki’e ve devlete göre, ne işe yarar? Kaç para eder?’ (Divan-ı Kebir, Cilt-V, 2170)
‘Sen, benim denizimin bir damlasısın daha fazla ne söylenip duruyorsun? Hemen denize dal da sedef gibi canın incilerle dolsun!’ (Divan-ı Kebir, Cilt-II, 1022)
‘Yedi deniz de ondan bir katredir. Bütün varlık, onun dalgasından bir damla.’ (Mesnevi, Cilt- V, 1880)
‘Ey can! Senin gönlünden, benim gönlüme bir yol vardır. Benim gönlüm, o yolu araştırmak hususunda uyanıktır. Çünkü gönlüm, berrak, duru su gibi hoştur. Berrak, duru, saf su ise aya ayna tutar.’ (Divan-ı Kebir, Cilt-IV, 234)
‘Ömür su gibi yeniden yeniye akıp gider.’ (Mesnevi, Cilt-I, 1145)
Mevlâna’ya atfedilen sözler de şöyle:
‘Nisan yağmuru yağdığı zaman istiridye, ağzını açar ve içine bir nisan yağmurunun düşmesini bekler.
O yağmur taneciği düşer düşmez de ağzını kapatır ve istiridyenin özelliğinden dolayı o nisan yağmuru damlası inci tanesi olur.
Eğer o nisan yağmuru yılanın ağzına damlarsa zehir olur.’
‘İki şey mühimdir; Birincisi; okyanus kadar bol haysiyet,
İkincisi; elif gibi dimdik bir şahsiyet.’
Dalan herkes, o denizden kendince bir inci çıkarabiliyor. Biz sadece bu denizin kenarında paçaları sıvadık, suyun kenarında tabiri caizse çimiyoruz. O engin denize dalıp, nisan yağmurlarının bereketi gibi incileri çıkarmak nasip olur inşallah.
Hacı Bektaşi Veli, Mevlâna için şöyle diyor:
‘Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlâna’nın gönlü okyanus gibidir.
Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez.
Bizim aktaracaklarımız onun okyanusundan ancak birkaç damla olabilir.’
Deniz Gibidir Hayat
‘Deniz gibidir hayat, bazen dalgalanır bazen durulur.
Kimi durmadan yüzer kimi yorulur.
Kimilerini uzaklara götürür.
Kimini bir yerde kıyıya vurur.
Bazıları sakin yerlerinde yüzer.
Bazıları dalgalarında kaybolur.
Deniz gibidir hayat, kimi akıntısına istemeden kapılır.
Kimi de kendini akıntısına bırakır.
Hayatta deniz gibi kirliliği kaldırmaz.
Bir kere kirletin mi bir daha yaşanmaz.
Bazen fırtınalıdır bazen sakinleşir.
Her esen rüzgâr ayrı bir şekil verir.
Rüzgâr kuvvetliyse çıkar fırtına.
Yine de bir şey yapamaz.
Gemisini yüzdürmeyi bilen kaptana.
Sende olmak istiyorsan kaptan, ayrılma sakın haktan doğruluktan.’ diyor şair.
Mevlâna, insan ile Allah arasını bir deniz mesafesine, akılı denizdeki yüzücüye, aşkı gemiye benzetiyor: ‘İnsan ile Allah arası bir deniz mesafesi ise akıl bu denizde bir yüzücü, aşk ise bir gemidir. Yüzmek güzeldir ama uzun bir yolculuk için yeterli değildir. İnsan yüzerken yorulabilir, boğulabilir. Ama gemiye binen hedefine ulaşır.’ (Mesnevi, Cilt-IV, 1403–1406)
Bizlere de o gemiye binmek nasip olur inşallah!
Mesnevi‘deki bir hikâyeye göre:
“Sinek, bir avuç su birikintisi üzerinde yüzen saman çöpüne konmuş. ‘Duymuştum, denizler varmış, üzerinde gemiler yüzermiş. Gemileri de kaptanlar idare edermiş. Her halde ben şu anda bu gemilerden birinde kaptanım’ gibi bir vehme, hayale kapılmış. Böyle olmaktansa, denizleri, gemileri bilmek, görmek ve bu gemilerin kaptanı olmak gerek. Yani vücut denilen hamurdaki ezeli mayamız olan aşkı kaptanı olduğumuz gemiler vasıtasıyla başka denizlere, ulaştığımız limanlara aşılamak gerekmektedir.” (Mesnevi, Cilt-I, 1083–1090) diyerek akıl sahiplerini, sidik birikintisinde yüzen bir çöpün üstüne konmuş ve haline bakıp da kendini uçsuz bucaksız bir okyanusun tek kaptanı gibi gören sinek örneğiyle uyarmaktadır.
‘Şu benlikten kurtul, herkesle anlaş, herkesle hoş geçin. Sen kendine kaldıkça bir habbesin, bir zerresin, fakat herkesle birleştin kaynaştın mı, bir ummansın, bir madensin!’ (Mevlana Celaleddin, Rubailer,167)
You must be logged in to post a comment Login